Gültekin Emre’nin Yazısı

AĞAÇLAR DA KONUŞSUN!

Bu ağaçlar başka ki konuşuyor; birbirlerine dert mi yanıyor bu  yenmiş, yenilmiş, tükenmiş dallar? Ne anlatabilir ki bunca kuru dal? Hangi dili konuşuyorlar acaba ressamın fırçasının, renklerinin kendilerine uygun gördüğü dilin dışında? Mekânlarından memnunlar mı? Düşünüyorum da hiçbir dalın birbirine benzemediğini görüyorum iki su damlası gibi dursalar da yan yana. Dağlara, kayaların gölgesine sırtını vermiş gölgesiz ağaçlar yaslı, yaşlı bir oyuna durmuşlar  gibi kollarını uzatmışlar bulutlara, büyülü boşluğa. İlhan Berk’in şiirindeki ağaç ne diyordu bir anımsa diyorum kendime? “Bırak beni / diyor bu ağaç / bırak // konuşacağım”. Konuşan ağaçlar! Seslerini içlerine gömen, göçün, rüzgârın, erozyonun, cehaletin, keçilerin, sellerin… tüketemediği ağaçlar soruyorlar bize: “kardeşim / biz  kimiz // diyorlar” İlhan Berk’in şiirinde olduğu gibi. Onar kim? Bileniniz var mı? Nereden gelip nereye gidiyorlar? İşte Mehmet Ali Doğan, onların kim olduğunu gösteriyor bize: Kişiliğini bulmuş ağaçların dünyasına sokuyor bizi saygılı bir biçimde. Çerçevelere sığmayan dallara, gövdelere, düşlere buyur ediyor sessizce. Kurumuş dillerin, tükenen ömürlerin, bitip tükenmiş yaşamların öykülerinde ağırlıyor konuklarını… Bu ağaçlar bildiğimiz, gördüğümüz hiçbir ağaca benzemiyor, ormanlar da. Öyle özgünler. Her birinin öyküsü, yaşamı, dünyası, doğası  farklı, üstelik tarih yazdıracak kadar dopdolu. Özgünlükleri ressamın düşlerini, dünyasını yansıtması. Görevleri, yok olan ağaçlara gönderme; yok edilen doğaya dikkat çekme! Aslında bir değil bin çığlık bu ağaçların dallarından koro halinde dünyamıza saçılıp duranlar. Dünyamız yok oluyor gözümüzün önünde. Dünyamızı güzelleştiren ve temizleyen ağaçlar acımasızca kesiliyor. Çerçevelere tutunmuş da pencerelerden dışarı bakar gibi dallar, nefes almak için çabalıyorlar sanki… renkler salkım saçak saç olmuş, yürek olmuş, atardamar olmuş, sinir olmuş, yağmur olmuş sicim gibi… pencerelerden ışıklara uzanıyor dallar bir törenin bir parçası olarak, bir duanın her sözcüğüne tutunarak.  Hayata sımsıkı tutunmuşlar, bırakmak istemiyorlar dünyayı; aramızdan ayrılmamak için çabalıyorlar sanki sessizce, tükenmemek için bir değil bin direnişin türküsünü söylüyorlar biz duymasak da.

Resmin, ressamın diliyle hayatın gerçeklerinin dili bir değil elbette. İmgeler, metaforlar dünyası sanatın, sanatçının yapıtlarında kendini ele verir, veriyor. Gerçeğin düşündüğümüzden farklı olduğunu bize resimleriyle gösteriyor ressam Mehmet Ali Doğan. Hayatın propagandası değil ama düşle gerçeğin uzun yolculuğunun öyküsünü paylaşmak için gecesini gündüzüne kattığını gösteriyor. Kendine özgü renkli, bağırmayan, abartısız, yalın ve seçkin bir dil oluşturmuş ki bu da yaptığı resimlerde hemen göze çarpıyor. Öyle ya onun ağaçlarının bildiğimiz ağaçlara benzemediğini söyledik: Onlar ressamın, resmin ağaçları. Bir şey anlatmaz gibi dursalar da bir şeyler anlatmak için sıraya giriyorlar, parmak kaldırıyorlar çerçevelerinden dışarı sarkıp. Zorla nefes almaya çalışıyorlar oksijensiz  kalmış insanlar gibi. Susuz kalmış gibi dilleri, damakları, dudakları kurumuş, derileri buruş buruş olmuş. Gözlerinin ışığı sönmeye yüz tutmuş. Hayatı canlı tutan renkler olmasa sessizce yok olup gidecek bu ağaçlar. Ressam, onların dünyamızdan çekilip gitmesine  razı olmuyor, oldukları gibi varlıklarını korumalarına destek oluyor. Ağaçların, çerçevelerin, renklerin  ve bizim düşlerimizi besliyor oluşturduğu kompozisyonla, anlatmaya çalıştığı öykülerle. Bir ağaç nedir ki demeyin, bir ağaç çok şeydir çünkü. Mevsimlere göre düşündüğümüzde doğanın hayatına da  müdahaledir  ağaçların gözümüzün önünde geçirdikleri değişiklikler. Sırlarını saklamasını bilmiyor ağaçlar, ağaçların dünyası. İlkyazdaki canlılıkları güzün görülmez. Kışın ölüm uykusundaymış gibi duruşları yazın coşkusunda fark edilmez. Her mevsimin düşü, imgesi farklıdır. Hayat da öyle değil mi anı anına uymuyor  kimi zaman.

Ağaçlar, orman olmadan kuşlar nereye konacak? Arılar çiçekten çiçeğe konup hayata tohum taşımasın mı istiyoruz? Kırlara, ormanlara çıkmayalım mı? Her şeye, her yere ölü toprağı mı serpilsin? Hayat, doğa bizi,  biz doğayı boğazlayalım mı insafsız bir biçimde? Doğa, demek, sevgi değilse nedir başka? Bu sorulara yanıt gibi olsu Oktay Rıfat’ın “Deniz ve Ağaç” şiiri: “ben yoksam / bir başkası yoksa benim yerime / bütün o salaş meyhaneler / ahşap çıkmalar, iskele, yalılar yoksa / bu çakılları tahta bir kutuya koysunlar / duysun deniz ağacın sesini / dipten ve uzaktan / ölü de olsa.”

Yani şunu demek istiyorum: Mehmet Ali Doğan’ın ağaca, doğaya, dünyamıza, düşlerimize, yitip giden değerlere… hüzünlü, buruk yaklaşımından çıkarılacak çok ders var. Sonra bir şey daha söylemek istiyorum: Dünyanın, doğanın kötü gidişine karşı bir direniş, bir protesto bu soluk almak için canını dişine takmış resimler. Dünyamız ve doğamız yok olmasın.

Ağaçlar bizimle yaşasın, yaşlansın!

Bırakalım ağaçlar da konuşsun!

 

Gültekin EMRE (Şair- Yazar)



    BİYOGRAFİ

    1970 yılında Elazığ’da doğdu.İlk Okul, Orta Okul ve Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye bölümünü Karadeniz Ereğli’ de okudu. İlk kişisel sergisini 19 yaşında Ereğli Halkevi’nde açtı. Sergideki resimleri daha çok ilgisini çeken ünlü ressamların röprodüksiyon çalışmaları ve doğadan esinlenerek yaptığı suluboya resimlerden oluşturmuştur. 1991 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü kazandı. 1995 yılında atölye birincisi olarak Prof. M. Zahit Büyükişleyen atölyesinden mezun oldu. Prof. Hasan Pekmezci özgün baskı atölyesinden öğrenimi süresince baskı teknikleri üzerine eğitim aldı. Bu güne kadar yurt içi ve yurt dışında 27 kişisel sergi açtı. Birçok karma etkinlik, yarışmalı sergiler, Sanat fuarı, yarışmalarda jüri üyeliği ve çalıştaylara katıldı. Ulusal yarışmalarda beş ödül alan Sanatçı, Özgün Baskı teknikleri ve duvar resimleri uygulamasına ayrıca önem vermektedir.